29 Haziran 2011 Çarşamba

Sol'a İki Farklı Bakış (Müthiş Tevafuk)



Sabah gazetesinin aykırı kalemlerinden Emre Aköz, Yunanistan'da iflas noktasına gelen ekonomiyi ve sokaklardaki tepkiyi köşesine taşıdı. Gösterilerde Che resimli bir t-shirt giyen gösterici üzerinden bir çerçeve çizen Aköz,'Ama ona sorarsanız, sendikaların kazanımlarından söz edecek, "emek, özgürlük, demokrasi" nutukları atacaktır. Bu cafcaflı lafların çevirisi, 'Avantama sımsıkı sarılırım; icabında taşla, sopayla direnirim'dir.' diye yazdı.
İşte Aköz'ün ''Sol'un işlevi' başlıklı o yazısı
Yunanistan'daki gösterilerle ilgili bir fotoğraf vardı geçen gün: Protestocu delikanlı, üzerinde Che'nin resmi olan bir tişört giymişti.
Bildiğiniz gibi Yunan ekonomisi sizlere ömür... Niye? Çünkü neredeyse bütün toplum avanta lavanta düzenine alışmış. Az çalışıp, hatta bazı durumlarda hiç çalışmayıp bolca para kazanıyorlar.
Nasıl? Özel sektörde böyle bir durum olamayacağına, olsa dahi yürümeyeceğine göre, devletten yiyorlar.

YUNANİSTAN HAR VURUP HARMAN SAVURUYOR

Yunan devleti topladığı vergileri ve Avrupa'dan aldığı desteği har vurup harman savuruyor.
Sosyoloji profesörü, Taraf yazarı Ayhan Aktar, bu düzeni tek bir örnekle özetlemişti geçen gün:
"Atina'daki devlet hastanelerinden birinde, 10 kişi bahçıvan kadrosundan maaş alıyordu. Ama bu hastanenin bahçesi yoktu!"

AVANTAMA SIMSIKI SARILIRIM

Giydiği Che figürlü tişörtünden "solcu" olduğu anlaşılan Yunan gencinin işlevi işte bu: Yunanistan'daki, kapitalizm dahi denemeyecek, saçma sapan ekonomik düzeni savunmak... Ama ona sorarsanız, sendikaların kazanımlarından söz edecek, "emek, özgürlük, demokrasi" nutukları atacaktır. Bu cafcaflı lafların çevirisi, 'Avantama sımsıkı sarılırım; icabında taşla, sopayla direnirim'dir.


İstanbul'dan bağımsız milletvekil Sırrı Sürreyya Önder Blok milletvekillerinin neden yemin etmediğini Radikal'e yazdı.

İŞTE SIRRI SÜREYYA'NIN GEREKÇELERİ..

Asi Nehri ya da ‘Oronthes’ dışarıda doğup bizim ülkemizi de bereketlendirdikten sonra ‘Herkesin Akdenizi’ne dökülür. Fırat ve Dicle, bizde doğup ayrı ülkeleri de yeşerttikten sonra Şatt-ül Arap’ta vuslata ererek insanlığın ortak körfezine dökülürler. Kutsal metinlerde, bu üç nehrin kapladığı toplam alana ‘tufan coğrafyası’ denir. 

BUNU BERBAR AVLADIK, BERABER YİYECEĞİZ

Haritaların ve de sınırların, sular, dağlar ve denizler yerine, kanla çizilmeye başlanmasının tarihi bir hayli eskidir. İnsanlığın evrimi henüz avcılık-toplayıcılık aşamasındayken yani atalarımız gündüz gözüyle avladıkları hayvanları ya da topladıkları bitkileri, gece kurdukları müşterek sofralarda yerken birilerinin içine bir fesatlık düşmüş. “Belki yarın avlayacak bir hayvan bulamam” endişesiyle diyelim ki bir parça eti, mağaranın köşesine saklayıvermiş. Bununla da yetinmemiş, herkesi kendi gibi sanarak mağaranın çıkışına bir kapı, üzerine de bir kilit icat etmiş. Yetmemiş, bir de adam dikmiş. İşte o saklayıcı-paylaşmayıcı insan var ya dünyadaki tüm sağcıların atasıdır. “Bunu beraber avladık, beraberce yemeliyiz kardeşim” diyenlere de o günden beri solcu denir.

DOYMAK İSTEMEYEN İŞTAHIN MAĞDURLARI

“Ya bulamazsam” endişesi giderek bir imana dönüşmüş, ritüelleri icat edilmiş, buna iman etmeyenler de tarihin her döneminde münafık ilan edilip eza-cefa görmüşler. Bu ‘doyamama’ haline, mağaralar yetmeyince yurtlar oluşturulmuş, ‘bir kapı-bir muhafız’ yerini ordulara bırakmış…


Tarihsel olanın izini sürmek kolaydır. Örnek olsun, birisi yağlı gerdanını oynatarak, parası olanın daha iyi eğitim almaya hakkı olduğunu böğürüyorsa, atasının kim olduğunu kestirebilirsiniz. “Dünya tarihi, sınıflar mücadelesinin tarihidir” denildiği zaman da başlangıcı mağaraya saklanan o ilk but parçasına gider. 
Bütün mülksüzler, sahipsizler, yoksullar, en temelinde bu doymak bilmeyen iştahın mağdurlarıdır. 

ÇALIŞAN İŞÇİLERİN ÇOĞU KÜRT GENÇLERİYDİ

Yeryüzünün ‘hepimize kılınmış’ sularına, mesela barajlar yapılır. Çalışanlar ve yapanlar yoksullardır ama geliri ve bereketi onlara ait değildir. Bu inşaatlarda ölenler de yine ve sadece onlardır ama barajların, yolların ve cümle yapıların ‘kralı-ustası’ olarak anılmak niyeyse sadece efendilerin nasibine düşer.
İşte bu sayfada gördüğünüz fotoğrafın öyküsü, insanlığa ve ülkemize dair önemli ipuçları içermektedir.


Cezaevinden çıkıp Adıyaman’a döndüğümde, kısa bir süre Atatürk Barajı’na işçi taşıyan bir servis otobüsünün şoförlüğünü yapmıştım. Başta iş makineleri olmak üzere her şeyin büyüklüğü karşısında şaşakalmıştım. Ana gövdenin yüksekliği 200 metreye yakındı. Barajın şimdi su yolunda kalan bir yerine yemekhane yapmışlardı. Yemek molası sadece 1 saatti. Ana gövdede çalışan işçilerin yemekhaneye inmeleri, yaya olarak 15 dakika, çıkmaları ise 25 dakika sürüyordu. Çalışan işçilerin çoğunluğu Kürt gençleriydi. Yemek ve dinlenme sürelerini birazcık olsun arttırabilmek için ana gövdedeki eğimli türbin betonlarından, naylon leğenlere binerek kayıyorlardı. Birinin yemekhane duvarına çarparak öldüğünü gözlerimle gördüm. Birkaç tanesi daha benzer şekilde can vermişti. 

İTİRAZ EDEN İŞÇİLERE BÖLÜCÜ YAKIŞTIRMASI

Müteahhit firma, ölüm gerekçesini işçilerin cahilliğine veriyordu ve onlara çok kızıyordu. 12 Eylül, sendikaları imha ettiği için taşeronlar elinde çalışan işçiler adına yemek saati ve şartlarının insani ölçülere sahip olmasını savunan kimse yoktu. Bir özel masa kurulmuştu. ‘İş güvenliği ve diğer sorunlar’la ilgili sorunları dilekçeyle buraya bildirmeniz isteniyordu. Dilekçeyle itiraz eden işçileri de jandarmaya ihbar ederek ‘bölücü’ suçlamasıyla tutuklattırıyorlardı. İşin garibi Kürtler de aynı şekilde ölmeye devam ediyorlardı.


İkinci yaygın ölüm şekli, devasa iş araçları için zorunlu bir uygulama olan özel yolların olmayışıydı. Bir apartman yüksekliğindeki araçlar, aşağıda çalışan ameleleri, bir böcek gibi eziyorlardı. Özel yol, artı maliyet demekti. Kapitalizmin tanrısı, fukaralar için sadece ölümü layık görüyordu. Suriye’yi susuzlukla terbiye etmeyi de temel amaçları arasında sayan o baraj şimdi faaliyette... Etrafının ağaçlandırması yapılmadığı için de su havzasına çamur-mil dolmakta... 

ÖLMESEYDİK NE İYİYDİ

Milletvekili seçilince anamın elini öpüp hayır duasını almak üzere Adıyaman’a gittim. Oradan Diyarbakır’daki toplantıya geçerken Atatürk Barajı’na uğradım.
Bir seyir terası yapmışlar, seyir terasının önüne de ölen işçilerin anısına bir heykel... Daha fazla para kazanmak uğruna katlettikleri işçilerin adları yazılı o heykelde.


Bir de kitabe kabilinden bir metal plakada, ‘cinayet’ gerçeği göz ardı edilerek “Biz iş kazalarında öldük. “Ölmeseydik ne iyiydi” cümlesi var.

Bugün olan bitenin özeti saklı bu fotoğrafta:

Muktedirler, daha insani şartlar isteyen Kürtlere çok kızıyorlar ve ölümler üreten sistemi değiştireceklerine Kürtleri değiştirmeye uğraşıyorlar. Kürtler, insanlık sofrasına onurlarıyla oturabilmek adına, ölümle sonuçlanacağını defalarca görmelerine rağmen ‘kayarak ölme’ seçeneğini kullanmaya mahkûm ediliyor. Su ile terbiye edilemeyen Suriye, cihat ile terbiye edilmeye çalışılıyor.

DOKUNULUR OLMAK

Şimdi bizi Meclis’e çağırıyorlar. “Gelin dertlerinizi burada anlatın” diyorlar. Ben de Atatürk Barajı’nda kurulan ‘özel masa’yı hatırlıyorum. Meclis bu haliyle, şikâyet edeni de ‘bölücü’ ilan edecek bir ‘özel masa’ durumunda. Bunları dile getirdiğinizde dokunulur oluyorsunuz. Maazallah, hırsıza-uğursuza bend olan ‘dokunulmazlık’, bize gelince, ‘terör örgütü propagandası’ gibi ebegümeci bir kavramla anında berhava oluyor. Sorun sadece ‘içeri’deki vekillerimizi almaktan ibaret değildir. Bizlerin, sorunu çözme iradesi için çalışırken içeri alınmamızın da önüne geçmektir.


İnsanlar yaşasınlar, altımıza bir bahçe kılınmış olan yeryüzü sofrasında birlikte doysunlar istiyorum. Kapıların, kilitlerin, orduların, muhafızların, savaşların olmadığı bir dünya düşlüyorum. Bu yüzden ve bu vaatle vekil oldum.

GÖZALTINA ALINABİLİRSİNİZ

İşte şimdi meydanlarda yoksullarla birlikte gaz ve bombaya maruz kalıyorum. Polisin hedef gözeterek otobüsümüzün içine sıktığı bombaya karşı, bir yaşlı Kürt kadını bize siper olabiliyor meydanlarda. Meclis şimdilik bu güveni vermiyor, sabıkası var. Bunları savunacağımız şartlar sağlanmadan Meclis’e gidersek tekme-tokat gözaltına alınabiliriz. İçerideki vekillerin bırakılması bunun güvencelerinden birisidir.


Bu şartlar sağlanmadan olabilecekler bu heykelde özetlenmiştir. Yüzlerce insan canını kaybedecek, insanı çevresiyle düşünmeden tasarladığınız medeniyete çamur dolacaktır. Ben ileride bütün cinayetleri bir ‘kaza’ sayarak “Ölmeseydik ne iyiydi” demek ve dedirtmek istemiyorum.

Hiç yorum yok:

Psikolog Mustafa Said MERT

Doktor Stres Blog Sayfasına Hoşgeldiniz

Psikolog İş İlanı

Psikoloji Arşivi

Endüstri Psikolojisi

Politik Psikoloji

Psiko Onkoloji

mektebim

Kitabevim

Eski Fotoğraflar

Dailymotion

YouTube

World Travel Channel